´Amerikalıların Gazeteciliği Askeri Bir Operasyon Gibi´
´Amerikalıların Gazeteciliği Askeri Bir Operasyon Gibi´


'Amerikalıların Gazeteciligi Askeri Bir Operasyon Gibi'

Nir Rosen ile bir konferans için bulundugu George Mason Üniversitesi'nde Orta Dogu'da savas ve devrim sartlarında ana akım medyada yer alan haberlerin üretim sürecini belirleyen kosullar üzerine son derece çarpıcı tespitlerde bulundugu bir söylesi yapıldı.
Yahudi bir anne ve İranlı bir babanın çocugu olarak New York'ta dogup büyüyen Nir Rosen, 2003 yılında ABD'nin Irak'ı isgalini takiben uzun süre Irak, Somali ve Afganistan ve Yemen'de gazetecilik yapmıs. İki yıldan fazla bir süre İstanbul'da yasamıs olan Rosen iyi derecede Arapça'nın yanı sıra kendi deyimiyle sokakta isini görecek kadar Türkçe, Farsça, Sırpça, Pestuca ve İbranice biliyor.
Savas yazıları The Atlantic Monthly, The New York Times Magazine, The New Yorker, Harper's Magazine, The New Republic, Boston Review, Time, Mother Jones, and World Policy Journal'de yayınlandı.
Savas-sonrası Irak üzerine yazdıgı "In the Belly of the Green Bird" ve "Aftermath: Following the Bloodshed of America's Wars in the Muslim World" adlı iki kitabı bulunan Rosen, Amerika'nın Irak ve Afganistan politikalarını siddetli bir sekilde elestirmesiyle biliniyor.
2008 yılında Amerikan Kongresi'nde çagrıldıgı bir oturumda zamanın senatörü Joe Biden'in Irak'ta sartları iyilestirmek için neler yapılması gerektigini sorması üzerine verdigi "ben gazeteciyim, emperyalist bir devletin gücünü nasıl daha iyi bir sekilde kullanabilecegi sorusuna cevap vermeyi reddediyorum ve Amerika'nın Irak halkının iyiligi için orada olduguna da inanmıyorum" cevabıyla simsekleri üstüne çekmisti.
Rosen geçtgimiz Subat ayında Mısır devrimi esnasında saldırıya ugrayan CBS muhabiri Lara Logan ile ilgili olarak Twitter'da sarf ettigi " bir kahraman olarak kutsanacagı su anda aslında bu kadının nasıl büyük bir savas çıgırtkanı oldugunu unutmayalım bari" sözlerinin medyada yogun bir sekilde elestirilmesi üzerine kadın bir meslektasının tecavüze ugraması ile dalga geçtigi ve duyarsız kaldıgı gerekçesiyle New York Üniversitesi bünyesinde yer alan Hukuk ve Güvenlik Çalısmaları Merkezi'ndeki isinden istifa etmek zorunda kaldı.
"BATILI GAZETECİLER 'YESİL BÖLGELER'DE YASIYOR"
Yazılarınızda Irak'taki gazetecilerin yasadıgı "yesil bölgelerden" bahsediyorsunuz. Ne demek "yesil bölge"?
Aslında yesil bölge, Irak'ta bulunan üst düzey Amerikan askerleri ve Irak hükümet görevlileri ile birlikte isgal boyunca yasadıkları duvarlarla çevrili bölge. Gazetecilerin de bu bölgede yasadıklarına inanılıyordu ama gerçekte benim tanıdıgım bildigim hiç bir gazeteci bu yesil bölgede yasamadı.
Nerede yasadılar peki?
Kendi yarattıkları hem zihni hem de fiziki yesil bölgelerde. Kendi düsünsel duvarlarıyla ördüler bu yesil bölgeyi. Önceleri Amerikan askerleri tarafından, sonrasında Irak güvenlik güçleri tarafından özel olarak korunan Sheraton'da ve Filistin otelinde yasadılar. Otellerin dısında mesela New York Times, BBC ve AP kalın ve yüksek duvarlarla çevrili, kulelerle gözetlenen, özel güvenlik birimleriyle kollanan ve içeri giren herkesin önceden adının onaylandıgı özel yerlesim yerleri kurdular. Bir de Hamra Oteli'nde Washington Post, CBS ve LA Times'ın yesil bölgesi kurulmustu.
"GAZETECİLİGİ ASKERİ OPERASYON GİBİ YAPIYORLAR"
Buralarda yasayan gazeteciler nasıl haber yapıyorlardı?
Önde gelen medya kuruluslarına çalısan gazeteciler 2004'ten itibaren gazeteciligi askeri bir operasyona gidiyorlarmıs gibi yaptılar. Çok gerekmedikçe dısarı çıkmadılar, çıktıklarında zırhlı araç ve eskort kullandılar. Arabalarından inip bir kaç dakika içinde röportajlarını yapıp arabalarına sonra da yesil bölgelerine geri dönüyorlardı. En sık gittikleri yer ise generallerin ve Irak'lı yetkililerin yasadıgı gerçek yesil bölge idi. Orası yetkililerle konusup, bir seyler içip sosyallestikleri yer idi. Zaman içinde bu tür gazetecilik masraflı olmaya baslayınca yesil bölge büroları azaldı, bölgeye bir gazeteci gönderip röportaj yapıp geri dönmek daha çok tercih edilir oldu.
"ORTA DOGU'DAKİ GAZETECİLER ARAPÇA BİLMİYOR"
Bu gazeteciler Arapça biliyorlar mıydı peki?
Hayır. Sokak duvarlarındaki grafitileri okumaktan bile acizdiler. Duvarda Mücahidin mi, Mukteda Sadr mi yoksa futbol takımı Barselona mı yazıyor ayırt edecek durumda degildiler.
Nasıl iletisim kuruyorlardı peki?
Tercümanlar aracılıgıyla. Bu yüzden de tercüman ne söylerse onu duydular, etraftaki halkın ne söylediginden bihaber oldular hep. Mesela taksi soförünün Saddam zamanında her seyin simdikinden daha iyi oldugunu söyledigini duyamadılar. Tercümana güvenmek demek sadece belli bir sosyal sınıfa, mezhebe ve siyasi egilime kulak vermek ve onların süzgecinden geçtigi kadarına ulasabiliyor olmak demek. Bu da kimin ve neyin aslında önemli oldugunu fark edememekle sonuçlanıyor.
Bu filtrelemenin örneklerini yasadınız mı?
2003 Mayıs ayında Mukteda Sadr'la röportaj yapan ilk Amerikalı gazeteci bendim ama Mukteda Sadr'in önemi yeterince kavranamadıgı için Time Dergisi'ndeki editörüm beni bosa zaman harcamakla suçlamıstı. Halbuki ben sokakta, halkın içinde Sadr'in gücünü birinci elden gözlemlemistim ve nitekim sonuçta yesil bölgede olanlar degil kırmızı bölgede olup bitenler sekillendirdi Irak'ın gelecegini.
"TAHRİR'İN DISINA ÇIKMADILAR"
Bölgede halen devam eden halk hareketlerini takip eden gazetecilerin de yesil bölgeleri var mı?
Yesil bölge bir baskent veya mahalle olabilecegi gibi sadece politikacılar üzerine yogunlasmak da olabilir. Yesil bölgenin kriteri sizi kırmızı bölgenin gerçeklerinden, yoksulluktan, çatısmadan, ideolojik olarak rahatınızı bozan seylerden uzak tutuyor olup olmadıgıdır.
Mısır örneginde devrim öncesinde bile bütün ilgi Kahire'de odaklandırıldı. Gazeteciler Tahrir Meydanı dısına çok ender çıktılar. Sanki her sey Tahrir'de ve İskenderiye'de olup bitiyormus gibi sunuldu. Hâlbuki Mısır'da 86 milyon insan yasıyor, hepsi Tahrir'de degil bu insanların. Mesela bütün bir devrim sürecinde anahtar rol oynayan Suveys es geçildi. Yesil bölge gazetecisi Yemeni ise sadece terörle savas penceresinden görüyor, halkın talepleri açısından degil. Yemen'de biraz sokagı bilen herkes biliyor ki El Kaide'nin kendisi ve ideolojisinin bir hükmü yok orada. Üzerine bir yazı yazmaya degecek kadar bile yok. Bir de iç savastan söz ediliyor Yemen'de. Öyle bir ihtimal çok ama çok düsük. Ama bunları görebilmek için rahatını bozup sokaga çıkmak, protestocularla, geçek halkla görüsmek gerekiyor, iyi İngilizce bilen Google yöneticileriyle, halktan kopuk iyi egitim görmüs seçkinlerle degil.
Yesil bölgesi olmayan bir Amerikalı gazeteci olarak siz farklı olarak ne yaptınız mesela?
Bulundugum yerdeki halkın dilini konusabiliyor olmakla farklıyım zaten. Bagdat'tan uzak köyleri ve sehirleri dolastım, ücra mahallerde vakit geçirdim, halkın yemek yedigi yerlerde yemek yedim, kahvehanelerde pinekledim, halk arasından edindigim arkadaslarımın evinde yattım. Dolayısıyla neyin önemli oldugunu onların gözünden gördüm, neye odaklanacagımı olaylar belirledi, ben ya da editörüm degil. Almanların dedigi gibi parmak ucu sezgisi (fingersptzgefuhl) edindim. Bir gazeteci olarak bu sezgiyi ancak ve ancak vaktinizin çogunu halkın içinde geçirirseniz edinebilirsiniz.
"AMERİKALI GAZETECİ KENDİNİ ABD'DEN AYIRT EDEMİYOR"
Savas bölgelerinde gömülü gazetecilik (embeded jounalism) olarak tabir edilen askeri birliklerle birlikte hareket etme, onlarla birlikte yasma fenomeni çok yaygın. Bu konudaki tecrübelerinizden bahsedelim mi biraz da?
Irak'taki askeri birliklerle gömülü olarak 20 gün geçirdim. İnanılmaz seylere tanık oldum bu süre zarfında. Birçok gazeteci aylarını gömülü olarak geçiriyor. Dolayısıyla, benim sahit olduklarımı binlerce katına sahit oluyorlar ama gördükleri hakkında yazmıyorlar. Bu bana hayret verici geliyor ama sunu da anlıyorum ki gazeteci olarak olup bitenleri nasıl degerlendirdiginiz neye önem verdiginize baglı. Askerlerin okul insa etmeleri veya bir zanlıyı tutuklamaları mı yoksa aynı askerlerin ailelerin hayatlarını sonsuza kadar mahvetmeleri; koca koca çocukların yasadıkları travma yüzünden her gece altlarını ıslatmaları; dul kalan annelerin ailelerini hangi parayla ve nasıl geçindirecekleri mi önemli? Eger Amerikalı bir gazeteci iseniz kendinizi Amerikan askeriyle özdeslestiriyorsunuz, öbür tarafın ne hissettigi sizi ilgilendirmiyor. Her gün Ebu Gıreyb'de olanlar cinsinden birçok olaya sahit oluyor, Ebu Gıreyb gündelik rutinin bir parçası halini alıyor ve kanıksıyor bunu gömülü gazeteci. Ben bunun bilinç-dısı bir filtreleme, bilinç-dısı bir ırkçılık oldugunu düsünüyorum. Orta Dogu'daki Amerikalı gazetecinin en büyük handikabı kendini bilinç olarak Amerika'dan ayırt edemiyor olmasıdır.
"GÖMÜLÜ GACETECİLİK ÇEKİCİ GELİYOR"
O zaman yaptıkları bilinçli bir sey degil anlamına mı geliyor bu?
Hayır, isin bilinçli olarak yapılan kısmı da su: Eger askeri güçler hakkında olumsuz seyler yazarsanız bu gömülü olma ayrıcalıgını kaybedersiniz demek, ki bu da çogu gazetecinin göze alamayacagı bir bedeldir. Bir de tabii askerlerle birlikte oldugunuz zaman bir ekibin parçası gibi hissediyorsunuz. Kültürel kodlarınız aynı; büyürken aynı filmleri seyretmissiniz; aynı sakalara gülüyorsunuz. Çok çekici, ayartıcı bir sey bu takım ruhu. Ben kendim bile onlarla birlikteyken bu ortak paydanın çekiciligine hissetmistim. Sonuçta, çok benzer arka planlarımız var, ben de askerler gibi fakir bir aileden geliyorum, paylastıgımız çok sey vardı. Ayrıca, Hammer'ların içinde onlarla birlikte karsı bir saldırının hedefi olma durumunu da paylasıyorsunuz, kader ortaklıgı da var yani.
Peki ortalama bir gazeteci kendisini askerlerden ayırt etme sansı nedir?
Çok ciddi bir entelektüel, zihni bir çaba gerektiriyor bu. Mesela, ben Afganistan'da askerlerle birlikte rutin bir kırsal alanda operasyonunda iken yol üstünde etraftaki köylere hizmet veren su kanalının patlamasına sebebiyet vermistik. Bu askerler açısından normal bir sey, kasten yapılmıs bir sey degil. Ama bunun orada yasayan 30 kusur hanenin hayatlarını nasıl mahvettigini düsünmek için çok zorlamanıza gerek yok. Entelektüel ve vicdani bir seçim bu, sonuçları bakımından zor bir seçim ama.
Baska bir örnek vereyim. Yine Afganistan'da ABD askerleri telefonunda Taliban üyesi veya sempatizanı olmayan bir sürü Afganlının da dinledigi ama Taliban marsı olarak bilinen bir müzik parçası bulunan zavallı görünümlü genç birini tutuklamıslardı. Bu olayı iki sekilde haberlestirebilirsiniz: 1-ABD askerleri bir Taliban üyesini tutukladı. 2- ABD askerleri bir Afgan ailesinin daha hayatını mahvetti. Bu seçimi yapmak gazetecinin bilincine, ona baglı olarak da vicdanına kalmıs bir sey.
Böylesi bir bilinci ne belirler?
O gazetecinin Afgan/ Irak halkını insan olarak görüp görmedigi belirler. Bence herkes su ya da bu ölçüde ırkçı ama bir Amerikalıyı farklı kılan ABD'nin tartısılmaz gücüdür ve bu güç de uyguladıgı ırkçılıgın etkisini ve sonuçlarını daha önemli kılıyor. Amerikalı ya da degil, bir gazetecinin bu bilinçsiz/ yarı -bilinçli ırkçılıgını, on kabullerini sorgulaması onun sorumlulugudur. Günün sonunda gazeteci haber malzemesini belli bir politik baglama, politik bir çerçeveye oturtur ve bu ortalama bin kelimelik haber içinde sıradan bir Afganlının hayatına pek yer kalmaz.
Neyin haber olup olmadıgını belirleyen editoryal müdahale var bir de.
Tabii, gazete ya da TV'nin editörü de Washington'da belirlenen öncelikler sırasına göre haberi düzeltir. Bu öncelikler üzerinden gittiginizde zaten Amerikan perspektifi dısına çıkamazsınız.
Siz isin akademik boyutuyla da ilgili birisiniz. Orta Dogu üzerine çalısan akademisyenler bütün bu degiskenlerin ne kadarının farkında sizce? Arastırmalarını dayandırdıkları gazetecilerin bu bilinç durumunun farkındalar mı?
Söyle diyelim: Orta Dogu'da olup bitenleri ortalama bir Amerikalı gazeteciden takip etmek demek, gerçekte bölgede olup bitenin yüzde 10'undan haberdar olmak demektir ki bu yüzde 10 da aslında hayatı önem arz etmeyen ayrıntılardan ibarettir. Bu yüzden, Amerikan gazetecilerinin raporlarına dayanan bir akademik çalısma ciddi bir çalısma olarak görülmemeli.
"EL CEZİRE TÜRK HEYECAN VERİCİ"
Orta Dogu'da Türk gazetecilerle birlikte çalısmıs olmalısınız. Türk gazeteciler nasıl?
Bölgede yerlesik bir bürosu olan Türk medyası yok bildigim kadarıyla. Kısa süreli görev için gelip gidenler oluyor sadece. Ayrıca, Türk gazeteciler Arapça bilmiyorlar. Bu çok büyük bir eksik. Türkiye'nin kendi özel tarihsel tercihleri dolayısıyla olsa gerek Arapça ögrenme ihtiyacı duymamıslar. Bölge konusundaki ilgileri ve bilgileri Türk dıs politikasındaki son degisikliklerle birlikte daha yeni yeni artıyor anladıgım kadarıyla. El Cezire Türk'un kuruluyor olması çok heyecan verici bu anlamda. Bölgeyle daha organik bir iliski saglamaya yardım edecektir bu girisim.
Genel olarak El Cezire örnegini nasıl degerlendiriyorsunuz? Bir yandan Mısır, Libya, Yemen ve Suriye'deki sosyal hareketlerin "operasyon odası" olmakla elestiriliyor, bir yandan da Bahreyn'e karsı taraflı yayın yapmakta.
Bence bir TV istasyonunun adaletin ve halkın tarafında olması ve gerçegi yansıtması sartıyla taraflı olmasında hiç bir sorun yok, zaten taraf tutmayan bir yayıncılık hiç bir yerde mümkün degil. El Cezire basından beri Arap halklarının sesi oldu.
El Cezire Arap halkının baska türlü duyulmayan sesini duyurdu. Bu ses duyurma zaman zaman hiç filtrelenmemis, abartılı ve son derece duygusal olsa bile. Bu sayede Arap halkı birbirinin kavgasından haberdar oluyor ve ciddi bir dayanısma havası yaratıyor.
"İSRAİL'İ ELESTİRİRSENİZ İSİNİZ BİTER"
Biraz da İsrail-Filistin sorununun gazetecilik boyutunu konusalım. İsrail-Filistin sorunu konusunda haber yapan gazetecinin sınırları neler?
Dünyanın en iyi gazetecisi olsanız bile Amerikan medyasında İsrail'in Filsitin halkına yaptıklarını elestirirseniz kısa zamanda isinizden olursunuz. İsgal altındaki topraklardaki direnise sempatinizi ifade edemezsiniz, çünkü ABD'deki Siyonist sesler diger alanlarda oldugu gibi medyada da çok güçlü. Ayrıca Siyonist okuyucu çok duyarlı ve örgütlü. Bir anda yazınızın yayınlandıgı gazeteye kovulmanız gerektigini söyleyen 10 bin okuyucu mektubu birden gönderilir ve ertesi gün isiniz biter, anti-semitist ve ırkçı olarak yaftalanırsınız, baska bir yerde is bulmanız da çok zor hale gelir. Dolayısıyla, İsrail'i elestirmek sonuçlarına degecek bir sey degildir, hayatınız mahvetmek istemezsiniz. En fazla iki tarafa esit mesafede duran bir gazetecilik umabilirsiniz Amerikalı birinden, daha fazlası hayal olur. Ancak gerçek su ki, taraflardan biri isgalci, sömürgeci ve çok büyük bir güce sahip. Digerinden isgal ettigi topraklar üzerinde dünyanın en güçlü devletinin destegiyle zulümle hüküm sürüyor.
Öte yanda son derece güçsüz bir halk var, buldugu her fırsatta ki bu fırsatlar çok ender olusuyor, direnis gösteriyor ve gazeteci olarak bu zayıf tarafa sempati beslemiyorsunuz. Çünkü Arapları insan olarak görmüyor bu zihniyet, dolayısıyla onların çektikleri acının önemi çok az bu gazetecilerin gözünde.
Gazetecilerin bir çogu aynı zamanda Arap-İsrail sorununun tarihini de bilmiyorlar, yıllardır süre giden bir anlasmazlık olarak kanıksamıs durumdalar. Halbuki orada 7/24 süren bir isgal var, bu insanların toprakları her gün azar azar çalınıyor, düsük yogunluklu bir soykırım uygulanıyor. Gerçek bu! Fakat, gazetecinin ve editörünün ırkçılıgı ve isinden olma korkusu, kınanma korkusu bu gerçegi görmemeye zorluyor.
Serbest gazeteci olarak çalısıyorsanız?
O zaman da kisisel yasamınızı yakın mesafe takip ederler, yaptıgınız ilk hatada ellerine düsersiniz, hemen afise oluverirsiniz.
"BENİ TALİBAN GİBİ GÖSTERMEYE ÇALISTILAR"
Twitter'daki Lara Logan yorumunuzdan sonra NYU Law and Security Studies' deki isinizden istifa etmeniz dahil basınıza gelenler de böyle bir kampanya olarak mı görüyorsunuz?
Kesinlikle. Uzun zamandır bir hata yapmamı bekliyorlardı, ben de onlara çok güzel bir fırsat vermis oldum. İstifa etmedim, isten atıldım. Bahsettiginiz merkezin yöneticisi yakın arkadasım oldugu halde üstelik, olayın boyutları onu bile asacak hale getirildi. İsimden olacagımı tweetlerim medyaya düser düsmez biliyordum zaten, çünkü Amerika'da islerin nasıl yürüdügünü çok iyi biliyorum. Pusuda bekleyen bu kadar çok düsmanım oldugunu bilmiyordum ama. Tweetlerimden hemen 5 dakika sonra isten atılmam gerektigi kampanyası baslatılmıstı bile. Sekiz yıl içinde Hizbullah ve Taliban hakkında ne yazmıssam ortaya saçıldı, uzun saçlı ve sakallı fotograflarımı bulup bu yazılardan alıntılarla birlikte kullanarak tecavüzü ve terörizmi mesru gören bir Taliban gibi resmetmeye çalıstılar beni. O sırada Yemen'de idim ve olup biteni açıklayacak, Twitter'da yazdıklarımla aslında ne kastettigimi izah edecek sansım olmadı.
Yani, sıradan bir Amerikalı gazeteci olsaydınız bunlar olmaz mıydı?
Olmazdı. Beni mahvetmek için özel kampanya yürütüldü, dedigim gibi zaten fırsat kolluyorlarmıs. Bu kampanya benim anti-emperyalist politik durusumdan, İsrail-Filistin konusunda yazdıgım yazılardan, ABD'nin ırak ve Afganistan isgallerini anlatan kitaplarımdan rahatsızlık duyanlar tarafından yürütüldü. Lara Logan'a yapılan saldırıya karsı duyarsızlık göstermis olmak bahanesi üzerinden ustaca uygulandı.
"LARA LOGAN GAZETECİ DEGİL, KISKIRTICI"
Neden Lara Logan'ın "savas kıskırtıcısı oldugunuz söylüyorsunuz o tweetlerinizde?
Kadın ya da erkek hiç kimsenin tecavüze ugraması gülünesi bir durum degil tabii, kınanması gereken bir feci bir durum. Ancak, bu kisi çok açık bir sekilde ABD'nin Afganistan ve Irak isgallerini savunmakla kalmayıp Amerikan savas makinesinin ihtiyaç duydugu propagandayı gerçeklestiren ve bir gazeteciden ziyade ABD ordusu sözcüsü gibi hareket eden kötü bir insandır. Bu yüzden savas kıskırtıcısı diyorum. Anderson Cooper bir gazeteci ama Lara Logan degil, sadece bir söhret o.
Beni kızdıran aslında "kara derili yabani erkeklerin saldırısına ugrayan beyaz kadın" hikayesi üzerinden söhret saglamaya çalısması idi. Kötü bir insanın basına kötü bir sey geldiginde keyif almak insanın dogasında var, ancak bu kötü seyin kötü bir "beyaz kadın"ın basına Arap erkekleri tarafından getirilmis olması Amerikan kültüründe yerlesik "kara derili adam" korkusuna denk düsüyor ve oradan besleniyor. Ancak benim gecenin saat ikisinde Twitter'da ifade ettigim öfke benimle o anda iletisim halinde oldugum bir kaç kisi arasında degil, benimle bütün dünya arasındaki bir iletisime dönüstü birden. Üstelik tecavüzü onaylıyormusum gibi çarpıtılarak.
"ÖZÜR DİLEMEMELİYDİM"
Takip ettigim kadarıyla iki kere özür dilediniz. Hiç olumlu karsılık bulmadı mı özürleriniz?
Hayır. Aradan iki ay geçtikten sonra özür dilemenin de bir hata oldugunu görüyorum simdi. Çünkü, özür dilemekle islemedigim bir suçu üzerime almıs oldum ve kendi elimle düsmanlarımı yargıç konumuna soktum. Politik görüslerim, yazıp çizdiklerim dolaysıyla benden zaten nefret edenlerin beni yargılamasına ve cezalandırmasına izin vermis oldum. Daha agresif davranıp karsı durmalıydım aslında. Ancak, dedigim gibi Yemen'de idim o sırada, bir yandan pesimdeki Yemen gizli servisi ile ugrasıyordum bir yandan da isimi ve saglık sigortamı kaybetmis olmanın sokunu yasıyordum.
Bu tatsız hikaye Twitter'ın dogası hakkında ne söylüyor bize sizce?
Söylediginiz hiç bir seyin özel olarak kalmadıgını söylüyor. Tartısmalı bir figür iseniz ne söylediginizin çok yakından takip edildigini ve gerekirse, bütün dünyanın aynı anda haberdar edilebilecegini söylüyor.
Son olarak eklemek istediginiz bir sey var mı?
Evet. Orta Dogu'da olup bitenler Batılı medya mensupları tarafından gazeteciligin bugünü ve gelecegi açısından için istisnai bir fırsat olarak görülmeli. Çünkü, Orta Dogu, iktidar karsısında objektiflik, tarafsızlık ve elestirellik iddialarının fena halde yalpalamasına sahit oldugumuz bir sahne niteliginde.

25.05.2011
USA Sabah/ İsmihan Simsek



Kayıt Tarihi : 27 - 5 - 2011
Bu sayfa 1514 defa ziyaret edilmiştir.